D vitamini yağda çözünen bir vitamindir.
Normal koşullarda insan vücudunda bulunan D vitamininin %90-95’i güneş ışığına
maruz kalındığında UVB ışınlarının etkisiyle deride sentezlenir. Bu
nedenle güneş koruyucu ve giysi gibi güneş ışınlarının insan derisine
ulaşmasını engelleyen durumlarda D vitamini yeterli sentezlenemez.
Diğer yandan güneş ışınlarının dünyaya
ulaştığı açı da D vitamini sentezinde önemlidir. 36-42o kuzey
enlemlerinde konumlanan ülkemizde güneş ışınlarının daha dik geldiği Mayıs –
Kasım ayları arasındaki günler D vitamini sentezi için uygundur. Geri kalan
günlerde sadece güneş ışını alarak yeterli D vitamini sentezi yapmak pek mümkün
değildir. Zaten bu nedenle de D Vitamin eksikliği yaygındır.
D vitamini bir
vitamin olarak sınıflandırılsa da vücuttaki birçok metabolik süreçte yer aldığı
için prohormon (hormon öncüsü) olarak düşünülmelidir. Bütün hormonların
yapısında bulunduğu gibi D prohormonunun da temel yapı taşı kolesteroldür. D
vitamininin vücutta “aktif” olmak için iki dönüştürme adımından geçmesi
gerekir.
İlk olarak, karaciğerde
kalsidiol yani 25 (OH) D3’e dönüştürülür. Bunlar vitaminin vücuttaki
depolanma şeklidir. İkinci olarak, çoğunlukla böbreklerde kalsitriol yani
1,25(OH)2D3’e dönüştürülür. Bu D vitamininin aktif steroid hormonu
formudur.
Kalsitriol, tüm
vücudu dolaşarak, hücre çekirdeklerine girer. Hücre çekirdeğinde vücudun hemen
hemen her hücresinde bulunan D vitamini reseptörleriyle (VDR) etkileşime
girer. Bu vitaminin aktif formu bu reseptöre bağlandığında, genleri açıp
kapatarak hücrelerde değişikliğe neden olur.
D VİTAMİNİ NEDEN ÇOK ÖNEMLİ?
👉D vitamini, ince
bağırsaklardan kalsiyum ve fosforun emilimini düzenleyerek kemik ve diş
gelişimi üzerinde etkilidir. Kandaki normal kalsiyum ve fosfor seviyesini
korur.
👉D vitamini, aşırı sitokin
faaliyetlerini baskılayarak aşırıya kaçmış inflamasyon tepkilerini düzene
sokar.
👉D vitamini kansere
dönüşebilen hücrelerin gerektiğinde ölmelerine(apoptoz) yardımcı olur.
Sonuç olarak, kanserli hücrelerinin hayatta kalma potansiyelini azaltır.
👉D vitamini güçlü
bir bağışıklık modülatörüdür. D vitamini reseptörü (VDR) başta T
hücreleri ve antijen sunan hücreler olmak üzere bağışıklık hücrelerinin
birçoğunda bulunur. Doğal bağışıklığı güçlendirir ve otoimmün hastalıkların
gelişimini engeller.
👉VDR insülin
salgılayan pankreas hücrelerinde (beta hücreleri) de bulunur ve insülin
salgılanmasına yardımcı olur. Bu nedenle D vitamini eksikliği insülin
salgısını azaltarak Tip 2 diyabet gelişimine sebep olabilir.
👉Çok sayıda genin
transkripsiyonunu modüle eder. Genlerimizin yaklaşık %10’unun aktive olması
D vitaminine bağımlıdır.
👉D vitamini kandaki
nitrik oksit düzeyini artırarak sağlıklı kan dolaşımı ve kan basıncını
destekler. Ayrıca kalp ve damar sistemindeki oksidatif strese karşı da korur.
👉Vitamin D
detoksifikasyon yolakları üzerinden beyin hücrelerini koruyabilir
(antioksidan glutatyon üretimi, nitrik oksit inhibisyonu).
👉D vitamini bir
enfeksiyona maruz kalındığında salgılanan mikrop öldürücü peptitleri
artırır. Bu mikrop kırıcı peptitlerden en önemlisiyse katelisidindir. Bu
maddeler bakteriler, virüsler ve mantarlara etki eden geniş spektrumlu
antibiyotikler gibi görev yapar. Mikroorganizmaların hücre duvarlarını tahrip
ederler. Sinüzit, bronşit, orta kulak iltihabı, faranjit sorunlarından
yakınanların pek çoğu ve soğuk algınlığı, nezle atakları yaşayanların önemli
bir kısmı D vitamini fakiri kişilerdir.
👉D vitamini bağırsak
mikrobiyomunun çeşitliliği için gereklidir. Özellikle SCFA üreten ve B
vitamini gibi bazı vitaminleri sentezleyen bakterilerin gelişimi yeterli D
vitaminine bağlıdır. Dolayısıyla D vitamini eksikse B grubu vitaminleri de
yeterli sentezlenemeyecektir.